Seabiscuit'in hikayesi, Buhran sırasında işleriyle mücadele eden zengin bir otomobil patronu olan Howard'la başlıyor. Sorunlarından kurtulmanın bir yolu olarak yarış atlarına yatırım yapmaya karar verir ve kendisini, diğer sahipleri tarafından reddedilen küçük, sade görünümlü bir at olan Seabiscuit'e kapılmış halde bulur.
Howard, eski bir jokeyden antrenörlüğe geçiş yapan Smith'i Seabiscuit ile çalışması için işe alır. Smith, iriliğine ve soyağacı eksikliğine rağmen atta özel bir şey görüyor. Seabiscuit'in gücünü ve dayanıklılığını geliştirmek için çalışmaya başlar ve sonunda at iyileşme belirtileri göstermeye başlar.
Seabiscuit, Smith'in rehberliği ve Howard'ın desteğiyle olağanüstü bir yarış kariyerine başlıyor. Santa Anita Handikapı da dahil olmak üzere birçok büyük yarışı kazandı ve ulusal bir sansasyon haline geldi. Atın başarısı, ülke tarihinin zor bir döneminde milyonlarca Amerikalıya neşe ve umut veriyor.
Seabiscuit'in yolculuğu, 1938'de "Yüzyılın Yarışı" olarak ilan edilen bir maç yarışında efsanevi yarış atı War Admiral ile karşı karşıya geldiğinde dramatik bir doruğa ulaşır. Yarış, milleti büyüleyen heyecan verici ve heyecan verici bir olaydır. Sonunda Seabiscuit galip gelir ve gerçek bir şampiyon ve Amerikan ruhunun sembolü olarak statüsünü pekiştirir.
Seabiscuit filmi atın ve onun bağlantılarının gerçek hayat hikayesine sadık kalıyor. Seabiscuit'in kariyeri boyunca karşılaştığı zorlukları ve zaferleri doğru bir şekilde tasvir ediyor ve insanların yaşamları üzerindeki etkisini vurguluyor. Film, zor zamanlarda sporun insanlara ilham verme ve onları birleştirme gücünü hatırlatıyor.